30 Temmuz 2012 Pazartesi

Limitless

Limit Yok
(2011)


İnsanoğlu beynini %3'ünü kullanırken %8'ini kullanan Einstein'a şaşırmışlardı.Hatta sırf bu yüzden öldükten sonra alınarak saklanmış ve araştırılmıştı.Peki bu beynin tam kapasite ile çalıştığınızı hayal edersiniz...İşte bunu düşünmede de hayal etmede de  Limit yok dersiniz.



Limit yok hikayesinde bunu düşünüp bir hap ile güçlendirilmiş ve Edward'ın hayatına girmişti.Ne kadar ilgi çekici değil mi? Ancak bir ağrıkesicinin bile etkileri tartışılırken bizim limitsizin zararsız olduğunu düşünülemez. Ancak mükemmel olmak için almanız gereken bu hap olsaydı yine de kapış kapış giderdi diye düşünüyorum.






 İllüzyonist'in yönetmeni Neil Burger'ın aynı başarıyı burada da göstermiş.Efektler tam bir şov niteliğinde. İlk hapı aldığındaki ekrandaki parlaklaşmalar, görmedeki bozuklar çok güzel gösterilmiş.Öyle ki filmin ilkyarısıına kadar gözlerinizi alamıyorsunuz.Aynı bir hipnoz gibi gözlerinizi ayıramıyorsunuz.






Ancak filmin 2.yarısından sonrası için aynı başarıyı söyleyemeyeceğim.Filmin ortasına gelindiğinde hikayenin tekrarlaması söz konusu oluyor ve yavaşlamaya başlıyor.Keşke uzatmaları oynamasaymış diyebilirim.



Daha önce Hangover'da karşıma çıkan Bradley Cooper’ın güldürmekten de çok öteye geçtiğini bu film ile göstermiş oldu.Bu filmdeki rolü ile gayet iyi iş çıkarıyor.Kurnaz iş adamını oynayan Rober De Niro için söyleyecek laf yok.Diğerlerinin ise oyunculukları gözlenemeyecek kadar az.

Herşeye rağmen kurgusu ve görselleri ile izlenebilirliği yüksek.Şimdiden iyi seyirler.




25 Temmuz 2012 Çarşamba

Mine Vaganti


Serseri Mayınlar

(2010)
"Memleketime çoktan bahar gelmiştir
Başakları şimdiden göğe ermiştir
Dağlarını gelincik basmıştır
Yer, gök ve yürek çiçek açmıştır
Kirazlar olmadan tez vakitte
Asmanın sürgün veren dallarında
Nergisin, zerenin taç yapraklarında
Seninle baharı kutlamaya geliyorum
Başımı omzuna yaslamaya
Hayata yeniden başlamaya
Bağında, bahçende, pınarlarında
İçimi yıkamaya geliyorum
Caddelerinde kızlarla oğlanlar 
Oynaşıyordur şimdi, ah! hem de nasıl
Başlayan, biten, tazelenen aşklar
Başlıyor ömrümüzde yeni bir fasıl"
 
İtalyan filminde Türkçe bir şarkı dinlemek ne kadar hoşmuş. Bir de Sezen Aksu nasıl bir kadındır ki bu şarkısı ile hem düşündürüp hem ağlatabildi.

Her zaman dediğim gibi kara mizah filmlerde, temelde gözüken konusuna takılmayıp alttaki mesaja bakmak lazım. Filmin özünde hayatınızın amacı mutluluktur mesajını veriyor. Bu yüzden mutluluk bavulunun ağırlığına bakmayın. Özellikle bavuldaki aşk ise... 



Serseri mayınlardan biri olan ama bana göre asıl mayın olan büyükanne karakteri çok başarılı idi. Zaten topladığı ödülleri de bunun bir nevi ispatı. Gençlik aşkı için savaşmayan büyükannenin mutsuzluğunu ve ölüme hazırlanırken ki mutluluğu öyle güzel anlatılmış ki. "Ölümden korkacak bir şey yok işte, bütün sevdiklerinizle sonsuza kadar dans edecek ve eğleneceksiniz” der gibi...
 
Filmi araştırırken gülümsediğim detayları da paylaşmadan geçemeyeceğim. Gay rolünde gördüğümüz iki yakışıklı erkek gerçek hayatta gay değiler. Bunda ne var diyeceksiniz? Asıl gerçek gay olan kim dersiniz? Oğlunun gay olduğunu öğrendiğinde kalp krizi geçiren baba rolündeki sanatçı! Ferzan  Özpetek mizahı. Çekimlerde çok eğlenmiş olmalılar.
 
“ Artık birlikte olmayan iki kişiyi. Biri acı çekiyor, diğeri çekmiyor. Belki de aslında bazı şeyleri geride bırakma konusunda korkak olmamamız gerekiyor. Çünkü gerçekten önemli olan şeyler hep bizimle kalır. İstemesek bile.”
 
Replikteki gibi sizinle kalacak önemli şeylerin geride bırakmayıp yaşamanız dileğiyle... İyi seyirler.
 

 

12 Temmuz 2012 Perşembe

Griffin and Phoenix

Griffin ve Phoenix 
(2006)



















“-Başka bir arzunuz 
var mı?
“-Zaman verebilir misiniz?”

Yakında öleceğinizi bilseydiniz ne yapardınız?  Üstüne üstlük normalde uzun gelen ama ölümden bahsedince kısa gelen 1 seneniz olduğunu bilseydiniz. Güneşin doğuşunu beklemek gibi bir umudunuz olmayacağına eminim.


Film alanında Romantik komedi olarak yazılsa da bana göre sağlam bir dram olduğunu bilmelisiniz… Hastalıklarını birbirlerine itiraf ettikleri sahneden sonra boğazımda sağlam bir yumruk ile filmi izleme devam ettim.





Dermot Mulroney ve Amanda Peet’in kimyası mükemmeldi. Aşkın başlaması biraz zaman alsa da en sonunda tüm engellere rağmen, cesurca aşka şans verdiler. Öyle ki birbirleriyle çok eğlenen, destek olan ve dileklerini yapmaya çalışan 2 kişinin son günleri, önceki hayatından daha iyi geçtiği kesin.






Ne zaman öleceğimizi bilmediğimize göre, gününüzü yaşayın derim. İyi seyirler.

Sevgi ve ışık ile

Flipped (2010)

Yanılmak güzeldir




Siz hiçbir ağacın tepesine tırmanıp hayata birde oradan baktınız mı? Her dalda manzara farklı, yukarı çıkmaya devam ettiğinizde gördüğünüz parçalar artar. En üst dalda ise tüm parçalar birleşir ve bütün bir manzarayı görürsünüz. Aynı insanların sahip olduğu özelikler gibi... Bir bütün olduğundaki görünüş önemli olandır. Filmde bunun üzerine kurulu.






Roman’dan alıntı olan film, kitabında 2000’lerde geçse de yönetmen 60’lara taşıyarak doğru bir iş yapmış.60’larda  ilişkiler daha masum, yalın ve saygılı. İlk aşk anlatırken, her iki tarafın bakışından anlatılmış ki belki de filmin en güzel yanıydı. En sevdiğim sahnelerden biri babanın kızının üzüntüsü hafifletmek için yaptığı ağaç tablosuydu...



Aşık olduğunda Julie’nin cesareti ve Bryce'ın utangaçlığı gerçekten gülümsetiyordu. Birçok detayı olan aşkın, aslında ne kadar da basit olduğunu göstermiş yönetmen Rob Reiner. Harry Sally ile buluşunca’nın yönetmeninden başka türlüsü gerekmezdi.

Tanınmayan oyuncularla bu filmi bilmemeniz doğaldır. Ancak hiç üzülmeyin.Seyredenler, seyretmeyenlere anlatıyor...Aynı benim yaptığım gibi.İYİ SEYİRLER...

Sevgi ve ışık ile






11 Temmuz 2012 Çarşamba

The Constant Gardener

Arka Bahçe  
(2005)






















Üzgünüm. Kızı alamam. Bak, dışarıda onlardan binlerce var. Bunun için bir çocuğa ayrıcalık yapamam

Ama maillerimizde bir dönem dolaşan denizyıldızını kurtaran sahildeki adam hikayesindeki bir tane deniz yıldızını denize kavuşturduğu için “hayatı kurtuldu” deyip bizi keyiflendirmemiş miydi?



Arka Bahçe; Afrika'da yaşanan bir dramın hikâyesi...  Kanlı Elmas, Otel Rwanda, İskoçya'nın Son Kralı tarzındaki filmleri izlediyseniz bu filmi mutlaka izleyin. Gerek görsellik, gerek oyunculuklarla tek kelime ile muhteşem. Romanından uyarlanan film, Meirelles’in sürükleyici anlatımı ve konunun gerçek yüzleri ile ödülleri topladı. Tabii bana göre Hollywood camiası elinde kahvesini yudumlarken verdiği ödüllerle vicdan rahatlatmasından başka bir şey değilse nedir bilemem…
İç içe iki hikâye var… Başta aşk hikâyesi gibi başlayan konu, politika ve ticari pisliklerle dolu bir maceraya geçiş yapıyor ve aşk hikâyesi geride takip ediyor.  



Filmdeki aşkı yaşayan 2 ruh ise birbirinin zıttı. Devrimci ruha sahip Tessa. Güçlü karakteri ile bir şeyleri değiştirmeye çalışırken aklıma Kim Bassenger oynadığı Rüyamdaki Afrika geldi… Afrika’ya giden kadınların gücündeki benzerlik neredeyse aynı… Bu rol önce Naomi Watts'a teklif edilmiş. Ancak kendisi King Kong'da oynamak için reddetmiş.(alınan ödüllerden sonra kim bilir ne kadar üzülmüştür)



Justin ise klasik memur tipi. Etliye sütlüye karışmayan, arka bahçesinde kendi iç dünyasında yaşayan biri. O kadar sessizliği oynuyor ki Ralph Fiennes, Rachel Weisz tüm göz doldurmasına rağmen rol çalmıyor.




Modern hayatın vahşiliğini bu kadar insanca anlatmak ve insanlığını sorgulatmak. Filmin başındaki kuşların havalanması beni silkeletse de, bittiğinde omuzlarımdan sarstı. Mutlaka ama mutlaka izleyin.

Sevgi ve Işık ile



10 Temmuz 2012 Salı

I AM SAM

 BENİM ADIM,SAM
(2001)




















2 saat boyunca göz pınarınızda damla duracağına söz veriyorum. Çok mu büyük laf ettim derseniz izleyin ve kararı siz verin.Sean Penn ve Dakota Fanning mükemmel uyumuna, Michelle Pfeiffer’da eklenince bu filme vereceğim puan ile skalanın dışına çıkıyorum.


 7 yaşındaki bir çocuğun aklına sahip olan babanın kendinde daha zeki olan kızı için verdiği mücadele de ikileme düşüyorsunuz. Kalbiniz baba ile kız ayrılmamalı derken, mantığınız kızın gelişimi için şart olabilir mi diye düşünüyorsunuz. Filmde buram buram Beatles'ı hissediyorsunuz. Grubun şarkıları ve tarihçesi filmin her yerine yayılmış.Çünkü Sam ezbere biliyor ve size bir şekilde öğretiyor J



Sean Penn , Sam rolünü oynamamış, yaşamış yani üstüne oturmuş. Oscar  alamamasına sebep olarak daha önce bu rollerde fazlası ile seyrettiklerimizin benzeri olduğu için diyebilirim…(Yağmur adam’da Dustin Hoffman ve Forrest Gump’de Tom Hanks) Ama hiç değilse Michelle Pfeiffer alsaydıL Michelle Pfeiffer şimdiye kadar , izlediğim en iyi rolünde . Orta yaşlardaki kadının tüm sıkıntılarını, duygusal travmalarını oyuncunun gözlerinde ve sesinde yaşıyorsunuz.




Ve favorim olan minik Lucy rolündeki, şimdilerde ise bir genç kız Dakota Fanning. Konuşmaları ile gülümseten,ağlatan bir çocuk o…Özellikle öğrenmeyi reddetme sahnesine bayıldım.








Arşivinizde olması gereken mükemmel bir aile filmi…İyi seyirler.

8 Temmuz 2012 Pazar

Steel Magnolias


Çelik Manolyalar
(1989)


“Drum çıktı. Dayanamadı. Jackson çıktı. Bu bana gülünç geldi. Erkekler güya çelikten yapılırlar. Ama ben orada öylece oturdum.”

6 tane kadın ama aslında 6 tane çelik manolya. Güçlü bir oyuncu topluluğundan oluşan filmin en sevdiğim yanı hiçbirinin birbirinden rol çalmaması ve hepsinin göz doldurması. Sally Field, Dolly Parton, Shirley MacLaine, Daryl Hannah , Olympia Dukakis ve Julia Roberts…Her biri gözleri ile konuşan, gülümsediklerinde hüzünlü veya mutlu gülen 6 çelik manolya.


Klasik bir Herbert Ross filmi. Hem duygusal hem de komedi çok ustaca işlemiş.Kadınları ve onların dedikodularını o kadar sevimli işlemiş ki hiç sıkılmıyorsunuz.Hatta enerjik ve abartılı karakterleri çok seviyorsunuz.







Konuya gelecek olursam, ana-kıza ait bir dram. . Hasta kızından endişeli olan bir fedakâr anne ve çocuk sahibi olmaması gereken kızının annelik isteği… Diğer 4 kadında bu dram içinde eğlenceli ve destekleyici dostlukları… Film bittiğinde kendimde sorguladığım tek şey dostluklarım oldu. Açıkçası imrendim.




Filmin tiyatro oyunundan alıntı olarak çevrildiğini de belirtmek isterim.Ancak bu oyuncuları bir arada seyretmek için filmi kesinlikle tavsiye ederim. Öyle ki arşivinizde olsun. Tekrar seyretmek isteyeceksiniz.

7 Temmuz 2012 Cumartesi

Prometheus (2012)




Prometheus 
(2012)


Yunan mitolojisinde  Prometheus, öteki kardeşleri gibi, tanrısal düzene kafa tutmuş, karşı çıkmış ne var ki öteki kardeşlerinden farklı olarak sonunda insanoğlunu yaratarak ve onlara ateşi (yaratıcılığı, bilimi, uygarlığı) vererek bu düzeni değiştirmeyi başarmıştır. Olympos tanrılarının kuvvet ve kudretine karşılık, Prometheus'da kurnazlık ve zeka vardır. Prometheus, kimisine göre kahraman, kimisine göre de bir hırsız... Peki bu devrimci tanrının Ridley Scott tarafından neden seçildiğine bakmak lazım.






Bu hafta sonu izleme fırsatı bulduğum Prometheus filmini açıkçası uzun zamandır sinemadan uzak duran bana ağır geldiğini söyleyebilirim. Ridley Scott, Charlize Theron ve Guy Pearce gibi beğendiğim 3 isim bir arada olunca hem tereddüt hem de merak ile salona girdim...Tereddüt; çünkü son dönemde seyrettiklerim arasındaki güçlü isimlerden oluşan kadrolar genelde zayıf bir yapıma işaret olduğunu gösterdi.Merak; çünkü isimlerden 3’ünü de hep takip ederim. Sonuçta Alien ile aynı DNA'da olduklarına bilmememe rağmen merakıma yenildim diyebilirim.









Bilim kurgu ve gerilim tarzı sevenlere göre film muhteşem ancak belki de sinema tarihinin en etkileyici sahnesi olan sezeryan sahnesini görmek benim en zorda kaldığım sahneydi. Saç diplerime kadar sırıl sıklam oldum sıkıntısından.Seyredebilen beri gelsin.











Film güçlü isimlerine gelirsek , Charlize Theron  tamamen bir hayal kırıklığıdır bende...Sadece marka isminden dolayı mı oynamış? Yoksa serinin sonraki yapımlarında tekrar mı gündeme gelecek ? Lost serisinin senaristi Damon Lindelof umarım bunu düşünür:)













Alien ile aynı olduğunu düşündürtse de, bana göre tamamen özgün bir yolda.Scott bu filmle yaptığı iş, bence James Cameron’un Avatar’ından başarılı. Öyle ki 3 boyutlu filmdeki her kare o kadar karanlık olmasına rağmen sizi içine almayı başarıyor. Gerilimi, aksiyonu, adrenalini başından beri hissediyorsunuz. 3D'nin keyfine en çok bu filmde yaşadım. 


İyi seyirler....