7 Eylül 2012 Cuma

AMELIA




''Amelia'', uçma sevdasına ilişkin gerçek bir hikayeden esinlenmiş bir film...
Bir uçma sevdalısının gerçek hayat öyküsü, Amelia. Amelia filmini yorumlamadan önce aslında gerçek hayattaki Amelia'yı anlatarak bardağın dolu tarafını göstermek isterim.1930'lu yılların ilham verici kadın idolü olan  Amelia Earhart, hem bir pilot hem de bir yazardır. İlgi çekici, tutkulu, enerjik ve heyecan verici bir yapıya sahiptir.Öyle ki azmi,cesareti ve ölüme karşı duruşu ile tam bir fenomen.Atlas Okyanusu'nu tek başına geçen ilk kadın pilottur. 1937 yılında Fred Noonan ile çıktığı dünya turunun üçte ikisini tamamladığı sırada uçağı kaybolmuştur ve kendisinden bir daha haber alınamamıştır.
 
Şimdi beyaz perdedeki yansımasına bakalım.O enerjik ve tutluku bayanın çoşkusunu ne yazıkki görmek mümkün değil.Neredeyse bastıırılımış gibi.Hikaye de çok fazla kesintiler var ve izlerken yüzeysellikten dolayı konunun içine bir türlü giremiyorsunuz.Özellikle karakterin iç dünyasındaki çalkantılı olduğu yerler çok baştan savma hissettiriyor.Böylelikle ilk kadın pilotun kadınlara da yaymaya çalıştığı enerji de kaybolup gidiyor.
 
Filmin başrolünde yer alan Hilary Swank'ın şimdiye kadar ki seyrettiğim tüm performanslarından sonra ,bu yapımdaki tutukluğuna akıl sır erdirmek pek mümkün değil .Neredeyse erkeksi yüz hatları,vücudu ve kısacık saçları ile benzetmeye gerek kalmadan aynısı olmuş. Ancak sadece görseli ile bu karakteri doldurması yeterli olmamış. 



Gerçek hayatta kadınlara öncülük etmiş ve onları yüreklendirmesi ile bilinen Amelia,filmde bu özelliğinden çok erkekler dünyasındaki erkek figürü gibi duruyor.Ama buradaki hatalı olanın nedense Hilary Swank olduğunu düşünmüyorum. Sanki bu durumdan kamera arkasının rolü varmış gibi.Böylelikle film, belgesel tadında,suya sabuna dokunmadan,tatsız-tuzsuz bir yapım olmuş.
  
Hilary Swank ,Richard Gere ve Ewan McGregor için seyrederim derseniz izleyin.Ama bana göre vakit kaybı.İyi seyirler.

6 Eylül 2012 Perşembe

THE TOWN


Hırsızlar Şehri


"Ne kadar değişirsen değiş, yine de yaptığışeylerin bedelini ödersin"
 
Geçmişinden kurtulmak isteyen baş karakterin bu repliği filmin son noktası bence...The Town(Hırsızlar Şehri), eski yapımların karışımdan etkilenmiş gibi.bir küçük tutam Köstebek ile bir büyük tutam Heat tadında olmuş.Ancak The Town, dramatik ve romantik yapısı ile Heat ve Köstebekten ayrılıyor.Film suçlar şehri olarak anılan yönetmen Affleck'in anavatanı olan Boston da geçiyor ki diğer filmlerden bu tercihi ile de ayrılmış durumda.

 
Film konusuna gelirsek, "Bu son işten sonra beni yok sayın" şeklinde yakınan Doug(Ben Affleck),  çetesiyle yaptığı banka soygunundan sonra aşık olduğu banka müdürü Claire (Rebecca Hall) ile son büyük banka soygununu bitirip bu diyarlardan kaçmak ister. Ama tabii FBI ajanı Adam (Jon Hamm), Doug'ın peşini bırakmaz.Final çatışma sahnesi, özellikle James'in(Jeremy Renner)  Adam'ı taramalı tüfekle kovaladığı sahne, bana göre aksiyon filmleri arasındaki en iyiler arasındadır.
 

Filmdeki genel yapısı, Türkçesinde de yön verilen hırsızlıklar veya soygunlar üzerine.Ancak içinde sadece aksiyonu değil, dram ve romantizmi yani hayatı da alıyor.Her soygun sahnesi bir öncekinden daha fazla aksiyonlu ve daha farklı tarzda olmasından dolayı sıkılmayıp merakla izliyorsunuz.Romantizm ile sakinleşirken yine bir soygunla yükseliyorsunuz.

 
 
Gelelim filmin alt yapısına ...Ben Affleck, Gone Baby Gone filmi ile hem yazıp yöneterek bir nevi oyunculuktan yönetmenliğe geçme sinyalini vermişti.Ancak bu filmde oyunculuğu da bırakmadığıgösteriyor.Ancak oyunculuğu öyle bir çarpıcılığı yok. Bu filmin bel kemiği bana göre Jeremy Renner ve Jon Hamm.Ayrıca Rebecca Hall'un oyunculuğu da gayet iyi.
 
İtiraf etmeliyim ki film, tahminimin çok üstünde çıktı...Şiddetle tavsiye ederim.